Balonu kim bulmuş, ilk uçurtmayı kim uçurmuş, hangi çocuğun ilgisini çekmeyi başarmıştır bilmem ama iyi bir oyuncak buldukları kesin. Az balon şişirmedik çocukluğumuzda, az uçurtma uçurtmadık mavi gökyüzünde. Balonları şişirirken havasını fazla kaçırıp patlatınca az korkmadık; aklımız başımızdan uçar giderdi sanki. Ya da ucu sivri veya keskin bir yere değince patlamasıyla çok korkar, uçurtmamızı rüzgâr çalınca çok üzülürdük. Bizi kızdırmak isteyen de, üzmek isteyen de az değildi; onların balonlarımızı patlatma, uçurtmalarımızı çalma tehdidiyle büyüdük. Yeni bir balon almak için bakkal yolu az tutulmadı. Az uçurtma yapmadık her çalınışında. Bohçacı kadınlar gibiydik, umut taşıyor, umudu yaşıyor, umut dağıtıyorduk etrafımıza ve tabi uçsuz bucaksız, kırışıksız, dümdüz hayaller kuruyorduk balonlarla, uçurtmalarla ilgili. Hele birde uçan balonumuz olunca.. biz de uçuyorduk o tepemizde, bileğimize bağlı uçarken. Kimi zaman özgürlüğün tadını çıkarsın, beyaz bulutlara bizden selam götürsün diye bileğimizdeki ipini çözüyor, gökyüzünde kaybolana kadar arkalarından bakıyorduk. Başımız dönüyordu sonunda. Ardından bir dostu yitirmişlerin ince sızısını, garip pişmanlığını işlerdik yüreğimizdeki gergeflerde. Biz bu badirelerle uğraşa uğraşa bir şeyler öğrendiğimizi bilmiyorduk. En azından hayatın zorluklarına karşı dayanıklı, dirençli, güçlü durmayı, zorluklardan güzellikler üretmeyi öğreniyorduk.
Şeker sevdiğimizden midir, yoksa ağıza en kolay yayılan tat şeker tadı olduğundan mıdır, nedir; kız-erkek fark etmez, hepimizin dudak boyası bal kutuları karadutlarla, kulaklara küpe kirazlarla boyanır ve bunları büyük keyifle dalından yerdik. Dalları bastığı zaman meyveler evin yolunu unuturduk. Sulu sulu şeftaliler, zehir ekşi can erikler çağırırdı biz çocukları yanlarına. Her bahçe mevsimine göre gıda deposuydu. Her biri cennet, her biri düş bugün. Tatlı bir gülümseme, içten bir gülüş, derin ahlarla.. bizim o yıllarda uçan balonlarımız, çıtalı uçurtmalarımız vardı. Şeytan uçurtmaları herkeste mutlaka olurdu, çünkü hepimiz o uçurtmayı yapmakta usta olmuştuk. Bir elimizde uçurtmanın ipi, öbür elimizde bir meyve ilkyazdan son yaza kadar kırları çınlatırdık; bağırış, çağrış!..
Telefonları ev ve büro telefonu olarak sinema filmlerinde gördük. Sonra yavaş yavaş iş yerlerimize, derken evlerimize girmeye başladı. Telefon zili her çaldığında arayan kim yarışması başlardı evimizde. Ahizenin ucunda kim var merak ederdik. Biz balon ve uçurtmalar çağının çocuklarıydık, hoş görün. Şarkıcı İbo’yu “benim balonlarım vardı” şarkısını söylediği için çok sevdik. Bugün bile hala o şarkıyı dinleriz. Uçurtmayı vurmuşlardı bir filmimizde, az ağlamadık.
Bir misketin peşine düşmüşlüğümüz çoktur, topaç çevirmişliğimiz.. çemberi erkek çocukları bir çomakla vura vura oto yarışçısı hayaliyle sürerlerdi. Kız çocukları, her biri bale yıldızı pozunda çemberi çevirmek için bellerini koparırlardı, ertesi sabah yetmişlik nine gibi yataktan zor kalkacaklarını bile bile. Kız erkek çocukları birlikte, yakan top, kiremit dizme-yıkma oynardık. Balon ve uçurtma çocukluğu cinsiyetsizdi, her sokak oyununda kız erkek birlikteydik. Futbol hariç. Ne demişler; futbol erkek oyunudur! Pantolonu kızlara kaptırdıktan sonra futbolu da onlara verecek değildik ya!
Siyaset, politika bize uzak kavramlardı. Ama istiklal marşımızı ne zaman duysak hazır ola geçerdik! Siyah beyaz televizyonlu yıllarda televizyonun istiklal marşımızla kapanışında ayağa kalkar selam dururduk! O bayrak gözümüze o renksiz televizyonda siyah beyaz değil, kırmızı beyaz görünürdü. Bayrağımızı, marşımızı çok severdik.
Balon ve uçurtma çocukluğu böyle bir çocukluktu işte! Gün gelir bilgiye özlem duyar, gazetelerden kestiğimiz kuponlarla aldığımız ansiklopedilerden başımızı kaldırmaz, gün gelir avare avare gezer, avaz avaz, bağıra çağıra şarkılar söyler, kuşları kıskandırırdık. Hem öyle doğum günleriyle şımartılmamıştık daha. Doğum günü pastasını bilmezdik. Pastayı yanında ince uzun bardakla verilen limonatayla düğün salonlarından öğrenmiştik. Bakkal amcadan iki bisküvi bir lokum alır, lokumu iki bisküvinin arasına koyar yerdik. Çikolatayı henüz keşfedemeyenimiz çoktu. Öğrendiğimiz çok şeyden biri toplu taşıma araçlarında hamile kadınlara ve yaşlılara yer vermekti. Ardından biri konuştuğunda sözünü kesmemek, konuşanı ilgiyle dinlemek, saygıyı elden bırakmadan, düzgün anlaşılır dille konuşmak, canlı cansız tüm varlığı sevmek öğretildi bize. Biri bizi bu konularda uyarsa utançtan kıpkırmızı kesilirdik.
Ne kışlar gördük ama içimiz bahçe bahardı. Haftalarca kar kalkmaz, saçaklardan kalın buzlar sarkardı. Şehirlerde şimdiki gibi azıcık yağan karla değil, haftalarca kalkmayan karla bile yollar ve okullar kapanmaz, okula yürüyerek gidilirdi. Üşümemek için pekmez ve tahin yemek tek çareydi. Bedenimizi annelerimizin elinden çıkmış kazaklar, süveterler sımsıcak sarardı.
Yaz ve kış başında naftalin kokardık. Mevsim başlarında elbiseler değişirken çıkardıklarımız, yıkanır, naftalinlenir, öyle saklanırdı. Saklananlar çıkarılıp giyildiğinde de naftalin kokusu yayılırdı ortalığa.
Gazoz kapağı, futbolcu ve artist resimleri, mektup pulu toplar, bunları arkadaşlarımıza büyük gururla gösterir, bunlarla onlara üstünlük taslardık. Gururun sökmediği vakitlerde vardı. O vakitler akşam ezanı vakitleriydi. Babalar işten gelir, akşam yemeği yenirdi. Bütün büyüklenmeleri, bütün çekişmeleri sokakta bırakır, evin yolunu tutardık. Eve geç gelinmemeliydi, yoksa; balon ve uçurtma çocukları bizler evlerimizden azar işitirdik.
Birde okula geç kalmayalım diye azarlanırdık annelerimiz tarafından. Siyah önlük, beyaz, kolalı yakalarla okul yolu tutulurdu. Okula her girdiğimiz gün andımızı okurduk gururla. Haftanın ilk günü pazartesi sabahı ders başı yapmadan gönderden bayrak indirir, hafta sonu cuma günü son dersin ardından göndere bayrak çeker, istiklal marşımızı hep bir ağızdan söylerdik.
Akşam yemeklerinde annemizin pişirdiği mis kokulu yemekleri yerdik. Pırasaya dudak büker, ıspanak, köfte-patates, makarna-pilav olduğunda keyiften havalara uçardık. Kuru fasulyeye de hayır demezdik. Annelerimiz sütü mayalayarak yoğurt yapardı. Sokaktan büyükler için yoğurtçular, sütçüler, sebzeciler, kumaşçılar, ayakkabıcılar, terlikçiler, plastik eşyacılar, eskiciler; çocuklar için allı-güllücüler, simitçiler, pamuk helvacılar, elma şekerciler geçerdi. Hepsini tanırdık, hepsi de bizi tanırdı, hal ve hatırımızı sorarlardı. İnsandan bu kadar kaçılmazdı, tecavüzcü korkusuyla. Birde bizim sokaktan deli Saim derler biri akordeon çala çala, arkasında gürültücü bir alay çocukla geçerdi. Kimi zaman akordeonundan hüzünlü şarkılar dökülür, bizi, hüzünlere sarıp giderdi. Kimi zaman cıvıl-cıvıl, neşeli şarkılar dökülür Saim o gün neşeli diye çocuklar gibi şen olurduk.
Biz böyle balon ve uçurtma çocuklarıydık işte!
Yorum yazarak Haberlisin Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Haberlisin hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Haberlisin editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Haberlisin değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Haberlisin Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Haberlisin hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Haberlisin editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Haberlisin değil haberi geçen ajanstır.